19 Mayıs 2016 Perşembe

Medya ve Tüketim Toplumu açısından bir şehrin değerlendirilmesi; Şanlıurfa Örneği


Hiç Urfalı gördünüz mü?

Üstteki soruyu, yoksa “Urfalı” diyerek değil de, “Şanlıurfalı” şeklinde mi, sormak gerekir?

Hadi baştan, soralım:  Siz hiç “Şanlıurfalı” gördünüz mü?

En kötü ihtimalle, İbrahim Tatlıses’i, yakınen yahut ekranlardan görmüş iseniz, o da “gördüm” sayılabilir.
Peki siz, Şanlıurfa’yı gördünüz mü?
Büyük ihtimalle, görmediniz. Görseniz de, görmeseniz de, “Şanlıurfa” denildiğinde, ne gibi çağrışımlar geliyor zihnimize, hayalimize ?
Hadi sıralayalım: Urfa demek; İbrahim Tatlıses demek.  Urfa demek; kebap demek. Urfa demek; isot demek, sıra geceleri demek, Nemrut demek, Hazreti İbrahim demek, Balıklıgöl demek. Urfalı demek; esmer demek. Eğlenmeyi seven, çoğunlukla çiftçilik yapan demek. Urfalı demek, Koca bir Mezopotamya Ovası’nın kuzeyinde, “Yüzüklerin Efendisi’ndeki” Gondor Şehri, Mardin ise, Urfa’da At Beyleri Rohanlıların yurdudur, denebilir.
Şanlıurfa, aslında tüm bu betimlemeleri, yakıştırmaları, sıfatları, refleks haline gelmiş benzetmeleri,  Eşleştirmeleri kendisini iyi anlattığı daha doğrusu doğru anlatabildiği için değil, medyanın kendisine biçtiği ve layık gördüğü “imaj dünyasından” almaktadır.
Daha sade bir dille söylemek gerekirse; Şanlıurfa, kendisini anlatabilen, kendisini tanıtabilen bir kent değil. Şanlıurfa, daha çok “şöhretli” evlatları üzerinden ve yemekten içmekten, sıra gecelerinden ve dini terminolojideki “Balıklıgöl” ve Nemrut’un Hazreti İbrahim’i yakmağa çalıştığı şehir olarak tanınıyor..

Urfa, kalabalık aşiret düğünleriyle biliniyor. Oysa, gerçek hiç de öyle değil. Bu bir medya dayatmasıdır..

Urfa, silahlı kabadayılığın merkezi gibi algılatılıyor. Oysa Urfa’da, Drej Ali (Ali Yasak) kadar, Kazancı Bedih’ler de var.
Urfa, kebaptan ibaret sanılıyor oysa ki, Urfa’nın tatlıları, çorbaları, pilavları, şerbetleri de var.

Urfa, kız kaçırmalarla, ağırlığınca altın takılan düğünleriyle biliniyor. Hani derler ya, “Urfalıyla evlen, aynı gün, 40 bin akraban daha olsun” diye… Oysa Urfalı olup, tekil yaşayanlar da var, fakir yaşayanlar da var. Kız kaçırmalara bakılınca, veya ayda yılda bir veya belki iki cinayete bakıp, Urfa’nın her gün, cinayetlere sahne, cinayetlere gebe olduğu izlenimi veren medya, aslında zihinlerimize gerçek bir “Şanlıurfa” algısı değil, gerçekte hiç de öyle olmayan bir “Şanlıurfa”  imajını yüklüyor.

Arkeolojik ve antropolojik açıdan, dünyanın en eski kült yapı topluluğu olarak tescillenen Göbeklitepe, Şanlıurfa merkezine sadece 22 kilometre uzaktadır. Ankara’da; Esenboğa ve Kızılay arası mesafeden % 25 daha yakın. İstanbul’da, Silivri – Bakırköy arası kadar…



Türkiye’de kaç kişi, dünyanın en eski kült – yapı topluluğunun, Şanlıurfa’da olduğunu biliyor ama?
Akademik sahada da, medyanın, Şanlıurfa’daki tüm tüketim alanlarına dair haberleri vardır da, kültüre dair, ne kadar turist, ne kadar malzeme, veri, görsel ve ören yeri olduğu, değil haber, iki satır içerik olarak dahi, yayınlanamaz.

Urfa’nın nitrit asit tüketimi dahi, haberleştirilir, hatta akademik çalışma yapılır. Yetmez, tavuk üretimi, susam üretimi ve tüketimi
Nitrik asit tüketimi ve şehrin aylık  temiz içme suyu tüketimi de, hesaplanıyor, kaynaklar ve tüketim açısından bir örüntü kuruluyor.
Ancak, yeni nüfusun, yerleşim, barınma koşulları, yeni neslin ev ihtiyaçları, eğitim ihtiyaç ve imkanları, sosyal mekanları ve şehrin mekânsal – fiziksel dönüşümü kadar, fikri, ruhi inanca dair değişimleri ise, konuşulmuyor…
Medya için “Şanlıurfa” demek devasa üretim merkezi olan “Harran Ovası” demek değil. Medya için Şanlıurfa demek, tüketim demek. Duygusal, eğitim  ve biyolojik anlanmda, Şanlıurfaa demek üretimi bir yana, tüketim demek.

Türkücülerini, sıra gecelerini, Göbeklitepe’yi, toprak altı zenginlikleriyle, tüm dinlerin ve tüm halkların kaynaştığı bir Şanlıurfa, medyada sadece “imaj  kültürü” olarak “Kebaptan, Kabadayı veya özentisi gençlerden” ibaret görülüyorsa, bunda bir kusur illa ki vardır ancak bu kusur medyadan veya sair kurum kuruluşlardan değil de, Urfalılardan başlamalı.
Dünün çok çocuklu, çok eşli aile yapılarından gelen Şanlıurfalıların bugün geldikleri nokta ise, yüksek öğretim gören,  beyaz yakalılar grubundan olmaktır.
Urfa, şehir planlaması,  hacimsel – geometrik büyümesi yanında; fikri, hissi ve ekonomik büyümeler de yaşıyor.

Bu bağlamda, Urfa’nın sadece dünden gelen bilgileri, tecrübeleri, gelenekleriyle değil, bugüne dair gerçekleriyle de bilinmesi, “endüstriyel kitle kültürü” haline gelen insanlık nazarında, kamuoyu nezdinde, daha verimli, yararlı olacaktır.
Şanlıurfa, 11 bin 600 yıl öncesine uzanan, kanıtlanmış yaşam kültürüyle, üç büyük dinin bir arada yaşadığı, Peygamberlerin Atası kabul edilen Hazreti İbrahim makamı olmasına rağmen, günümüz tüketim toplumunda, kebaba, türküye, isota indirgenmiş olması, sadece duygusal bir tepki olarak “acı durum” olarak geçiştirilemez.
Şanlıurfa, sadece Harranlı çiftçi olarak anılıyorsa, burada, medyanın bükücü burucu gücü sözkonusu değildir. Ayrıca medyanın etkileme, maniple etme, sansasyon oluşturma, gündem tayin etme, gündem saptırma, spekülasyon oluşturma ve suskunluk sarmalı yahut dezenformasyon oluşturma işlevlerine ve niteliklerine karşı da, Şanlıurfa’nın “medya okuryazarlığı” konusunda kendisini eğitmesi gerektiği, çok açık bir gerekliliktir.
Şanlıurfa, kadim “Ur” ismi gibi, “Urha, Urhei, Urhoi, R’huai, R’yhha, Ar’Ruha” isimleri yanında, yüzlerce yıllık “Urfa” ismine, “Şanlı” ekini, kitlesel bir uyanış, kitlesel bir direniş, bağımsızlık ve kendi topraklarında özgürce yaşam isteği uğrunda, can feda ederek elde etmiş olmasına karşın, bugün kendi ilçelerinden ve köylerinden aldığı iç göçüyle, kafası karışık, sorunlarının henüz çok az Urfalı tarafından fark edilmiş olduğu, bürokratların ve siyasetçilerin kısır tartışmaları ve çekişmeleri arasında ezilmektedir.

Kazancı Bedih olarak tanınmış olan, Bedih Yoluk, bir gazelhan olarak, sıra geceleri geleneğinde, geleneğin devam ettiricisi olarak, saygı gören bir Urfa Büyüğü idi.
Tarihin ve tüketim toplumun cilvesine bakın ki; yoksulluk ve siyasi sebepler sonrasında, şehrin % 75 oranında kaçak elektrik kullandığı belirtilen resmi istatistiklerde, Kazancı Bedih, ısınmak için, “elektrik” değil de, kömür sobası yakmaktadır. Bir gece, sobadan sızan gaz sebebiyle, Kazancı Bedih – Bedik Yoluk ve eşi Fatma Yoluk öldü.

Kaçak elektrikle ısınan bir kentte, “kaçak elektriğe” tenezzül etmeyen Kazancı Bedih, hangi toplumun, hangi tüketim alışkanlığının, hangi toplumsak bakış açısının ürünü bir insan evladıdır?

Hem Türkiye genelinde, hem Şanlıurfa özelinde, Kazancı Bedih gibi ehli namus ve ehli sebatkar, meslek ve sanat erbapları, ne kadar takdir ve saygı görmüş, ne kadar ciddiye alınmış, ne kadar istifade edilmiştir. 

Frankfurt Okulu’nun dahi, Frankfurt’tan kaçıp, bir heves ve umutla, teselli ve kurtuluş ışığı aradıkları, Amerikalarda, kapitalizmin baş ülkesinde, başkentlerinde umutsuz can verdiği düşünce atlasına bakılınca, Şanlıurfa için halen bir ümit var, denebilir mi?
Bir Şanlıurfalı olarak, topraktan beslenmiş ve asırlardır, topraktan, Fırat’tan, Harran’dan ekmeğini geçimini sağlamış nesillerin son temsilcisi olarak, artık topraktan değil, üst bilgiden, metinler arası okumalardan, gazetecilikten geçim parasını ve hayatını kazanmış isteyen biri olarak, Urfa’nın “şanına da” ve tarihine, Göbeklitepe’nin getirdiği, “Dünyanın En Eski Kült Yerleşim Yeri” olmak sayesine de, bir umut meşalesi yakabileceğime inanıyorum…

Şanlıurfa’nın Çocukları, artık kebapla, isotla, salt türkülerle değil, “bilginin – kültüre ve bilginin endüstriye dönüştürülmesi gereken bu çağda” kültüre ve insana dair olan inancımızı da korumalıyız..

Koruyamadığımızda, Kazancı Bedih’lerin “ölüm biçimleri ve sebepleriyle” ortaya çıkan mesaj, bizim de hazin sonumuz olacaktır.


“Tüketim Toplumu’nun Medya Etkisinde, Şanlıurfa’ya bakış” adlı deneme yazısıdır.
SİYASETTEN ve TOPRAK KÜLTÜRÜNDEN BAKIŞ AÇISIYLA, ŞANLIURFA YEREL BASININA BAKIŞ ÖRNEĞİ


Bir şehir düşünün ki;  13 ilçesi var ve 814 bin kilometrekarelik ülkenin, toprak olarak 7. Büyük, nüfus sayısıyla 9. Büyük, ancak yetiştirdiği insanlarla ise, son 30 yıla, 40 yıla, 70 yıla; popüler kültür açısından ağırlığını göstermiş olsun.

Göstermiş olmasına rağmen, şehir yine de, yeri gelsin, medyada “kız kaçırma” haberleriyle, bazen “sahte isot” haberleriyle, bazen pamuk toplamaya traktör römorkunda giden onlarca insanın mahzun, mağdur halleriyle, bazen meşhur türkücüleri, müzik yorumcularıyla, bazen kaçak elektiriğiyle, bazen terörle, bazen kaçakçılıkla, bazen aşiret düğünlerindeki onbinlerin katılımı yahut geline, gelinin ağırlığınca takılan altınlarla haber olsun da, bir kere dahi olsun, o şehrin kaç kitap ürettiğiyle, kaç müzik adamı, kaç deha, kaç tıp hocası, kaç partiler üstü insan yetiştirdiğiyle haber olamasın..

Düşünün ki, kendi sınırları içerisinde ürettiği suyun yarıdan fazlasını, kendisi değil de komşu illerine gönderiyor olsun.

Düşünün ki, 50 yıldır, hoyratların, uzun havaların, ağıtların en güzel okuyucuları, yorumcuları, hep bu şehirden çıksın ama, ne akademik bir çalışma görülsün ortada ne de medya, bu şehrin, kendi içinde ve ülke içinde ürettiği değere, dünyaya kattığı kıymetin farkına varsın..

Hiçbir televizyon kamerası, eşik bekçilerinin – leş bekçiliğine, baldır bacak yayıncılığına dönüşmeyi, reyting tapınacılığı içerisinde, özeleştiri yapmasın ve sadece Şanlıurfa da değil, binlerce yıllık süreçte, yüzlerce farklı devlete, onlarca uygarlığa beşiklik etmiş, insanlık beşik coğrafyalarından birisi olan Anadolu’ya bu kadar ilgisiz kalsın.

Karadeniz hakkında, Türkiye dışında yazılan kitap sayısı, Türkiye içinde yazılandan fazla.

Urfa hakkında, sosyo kültürel ve sosyo ekonomik, şehrin panoramik ve demografik verilerin irdelendiği yayınları, Fransızların eski sömürgelerine yönelik yayın yapan ikiz kanallarından birisi olan Fransız Tv5 gelip çekim yaparken, röportajlar yaparken, Türkiye medyası, sadece düğüne, isota, sıra gecesine odaklı şablonik ve klişe söylemi dışında, ne habercilik alanında, ne medya – mecra yayıncılığında, bir yenilik, bir ilk gerçekleştirmiş değil.

İletişim Fakültesi eğitimi boyunca, Şanlıurfa’ya dair, o kadar çok sunumlar, o kadar çok araştırma, veri değerlendirme çalışmaları hazırladık ki, Şanlıurfa’nın, Türkiye’nin ihmal edilen tüm diğer illeri gibi, ne kadar bahtsız olduğu ve Mcluhan’ın Küresel Köy kavramının gerçekleşmeye başladığı günümüzde bile, yerel denilen, gerçek denilmesi gereken “üretim merkezleri” olan Şanlıurfa ve benzeri şehirlerin mutlaka ki, sinemada, tiyatroda, kitaplarda, dergilerde, yeni medyada, daha çok ve veriye dayalı, belgeli, bilgili, yetkili ellerden ve beyinlerden yeniden analitik olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.


Şanlıurfa, dışarıdan gelen kültür ve inanç turizmleri yapılan, kültür ve inanç turistlerini ağırlayan bir şehirdir. Ancak, bunlarla yetinmiş de değillerdir. Doğa turizmi, belgeselciler, akademik araştırmacılar, özellikle arkeologlar, sanat tarihçileri, barajların getirdiği iç turist potansiyeli de, şehrin ekonomik girdisine olumlu katkı sağladığı gibi, kültürel zenginliğinin de, yeniden arınması ve küllerinden tozlarından arınmasına sebep olmaktadır.

Şehrin, yoğun mülteci göçüne sahne olduğu son 5 yılın sonucunda, kentin kadim sakinleri olan Kürtmen, Türkmen, Arap unsurlar dışında, az da olsa, Acem, Afgan, Süryani, Ermeni ve son 5 yılın misafiri olan, Suriyeli Mültecilerle birlikte, şehirdeki Arapça, Kürtçe kullanımı da yoğunlaşmıştır.

Ekonomisi tarıma dayalı bir şehir olan ve bir hayli de zengin barındıran Şanlıurfa, şehrin geleneksel kültürel öğeleri yanısıra üniversite eğitimli yahut usta – çırak eğitimli oyuncuları, ressamları, heykeltıraşlarıyla da, göz dolduran entelektüel birikime sahiptir.

Şanlıurfa, tarihi mekanları; camileri, külliyeleri, gerek paleotik çağa ait, 11 bin küsur yıl öncesine ait kült yapılar, gerekse Selçuklu – Artuklu ve Osmanlı dönemlerine ait köprüleri, hanları, kervansarayları, misafirhaneleri, aşevleri, medreseleriyle meşhurdur.

Dinler arası diyalog ve hoşgörü temelli konferanslar ve üç semavi dinin temsilcilerinin buluştuğu kent, şehir genelinde ise; toprak kültürü insanlarının bakış açısı vardır.

Toprak kültürü insanlarının, emin olma zorunluğu duymaları söz konusudur. Bu kültüre ait, tüm kıskançlıklar, sahip olduklarıyla sınırlı övünmeler, eril ve dişil karakterlerin, kendi alanlarında baskın olmaları gibi, tüm kültürel kod özellikleri, görülmektedir.

Şanlıurfa’nın,  yerel basını ve daha doğrusu yerel – gerçek medyası, çok sesli, her görüşten sesin kendisine hayat imkanı bulabildiği zengin bir çeşitliliğe sahiptir.

Gerek basılı ve elektronik mecralardaki, Urfanatik gibi, Urfastar, Urfalıyam vb. gazeteler yanısıra, politik, kültürel, tüm ilçelere yönelik yayın yapan il gazeteleri ve ilçelere yönelik haber yapan ilçe gazeteleri de mevcuttur.

Şehir, siyasal çekişmelerden dolayı, gerilimli günler yaşadığından dolayı, basında, gelir kaynaklarının daralması, saflaşması sebebiyle, kapanışlar olacağını öngördüğümüz Şanlıurfa Yerel Basını’nın, bir dönüşüm yaşaması ve elektronik dünyaya taşınması ve internet medyası olarak yerlerini alması gerekecek gözüküyor.

Türkiye’de medyanın, hakkı olanı vermediği Şanlıurfa, kendi yetiştirdiği çocuklarıyla, kendisini, hak ettiği “daha saygın” ve “daha gerçekçi” yere taşıyacaktır inancındayım.

Daha güzel bir Şanlıurfa, öncelikle daha güzel bir Türkiye ve daha güzel bir dünya oluşmasıyla mümkün olacaktır.


     

22 Aralık 2015 Salı

                                            URFA'DA YAŞAYAN ERMENİLERE  NE OLDU  ?




Ermenilerin Urfa’dan silinmeleri ve dünyanın dört bir yanına dağılmaları 1895-1896 tarihlerinde Hamidiye Alaylarının saldırıları zamanında başlamaktadır.
Ekim 1895’te, Ermenilere yönelik katliamlar esnasında, düzenli Osmanlı ordu birlikleri ve başıbozuklar tarafından şehir talan edilmiş ve Ermenilere ait dükkânlar tahrip edilmiştir. Ermeni mahallesini (daha yüksekte bulunup, Müslümanların mahallesinden ayrıydı) 50 gün kuşatıp ele geçiremedikten sonra kuşatma kaldırılır ve ordu daha sonra hileyle mahalleye girip 10 bin kişi katleder.
Ermeni Soykırım esnasında Urfa Ermenileri kendilerini savunmuşlardır.
Oradaki varlıkları alman topları yardımı ile Ekim 1915’de sona erdi, Musula, Diyarbekir’e doğru sürüldüler. Yarı yolda, başrahip Ardavazt, Şeytan deresinde şehit edilir.
Osmanlı’nın, Birinci Dünya Savaşı sonundaki yenilgisi neticesinde hayatta kalmış olan Ermeniler evlerine geri dönmüşlerse de, Kemalistlerin saldırıları yüzünden şehri terk etmeye (1923’ye kadar) mecbur olmuşlar, Suriye, Fransa ve kısmen de Doğu Ermenistan’a sığınmışlardır.
Sonuç olarak, Türkiye’de Ermeni eserlerine karşı yok etme politikası hakkında ve Dün ve Bugün muhasebesini yapmak gerekirse öncelikle söylemek gerekir ki dün Ermenistan’da yani Batı Ermenistan’da ve tüm Osmanlı içerisindeki (Selçukluler olmak üzere Osmanlı ve Türkler tarafından işgal olunmuş topraklarda) kilise ve manastırların büyük kısmı Ermeni soykırım sırasında yakıldı, yağmalandı ve yok edildi.
Ermeni eserlerine karşı yok etme politikası Türkiye’de cumhuriyet döneminde de sürdü. Çünkü her bir kültürel miras Ermenilerin varlığını çağrıştırıyordu.
Halil-ür Rahman Gölü’nün kuzeyindeki Vali Fuat Bey Caddesi’nde (Büyükyol-Yeniyol) Vilayet Konukevi’nin karşısında bulunan yapı dün Surp Asvazadzin Katedrali iken, bugün Selahattin Eyyubi Camisi yapılmıştır. Cami 18. yüzyıl ve 19. yüzyıllarda restore edilmiş, orijinalliğinden kısmen uzaklaşarak Gotik mimariye yakın bir şekil göstermektedir.
Dün Kilise girişi batı yönünde bulunmakta olan narteks (cemaat yeri), Camiye çevrildikten sonra ise bugün son cemaat yeri olarak kullanılmakta, kilisenin narteksinden yararlanılarak yapılmıştır.
Ayrıca yarım sütunların başlıkları üzerindeki haç taşıyan azizler ve kuş figürleri de yapının camiye çevrilmesinden sonra sıva ile kapatılmıştır.
Dün kilise olan yapı uzun yıllar harap durumda kalmış ve daha sonra elektrik santrali olarak kullanılmıştır.
Dimdik ayakta kalan yapı, Hristyan ibadeti olmakdan çıkmış ve 28 Mayıs 1993’te (1996) onarımı yapılarak zorla islam kimliğile Selahaddin Eyyubi Camii olarak ibadete açılmıştır.
Dün Komplekste Aziz Yuhannes Kilisesi – Aziz Johannes Prodromos Addai Kilisesi (Vaftizci Yahya Kilisesi – Hovannes Mgrdiç – Surp Arakelots) iken bugün Cumhuriyet Ortaokulu var olmakta.

16 Aralık 2015 Çarşamba

                                              URFA'DA YAŞAYAN SURİYELİ MÜLTECİLER




             Suriye'de yaşanan iç savaştan sonra Suriye vatandaşları Türkiye sınırlarına dayandı.Türkiye           halkı her zaman ki gibi merhametli olduğu için ülkelerine alıp yardımcı oldu.Böyle bir olay şuan Türkiye'de yaşansa emin olun hiç ülke kapılarını açmaz.Mültecilerin çoğu Urfa ve Gaziantep'e yerleşti.


     Ben Urfa'lı olduğum için Suriyelileri gözlemleme imkanım oldu. Bir insan doğduğu yerden ülkeden zorunlu bir şekilde geriye her şeyini bırakıp kaçıyor ve bırakıp kaçmak yetmez aileni de kaybediyorsun.Urfa ve çevresinde yaşayan Suriyeliler cüzi miktarda çalıştırılıyor.Bizim köyde çalışan Suriyeli aileler var yarı fiyatına çalışıyorlar ve onların yaptığı işler zor işlerdir.Urfalı insanlar Suriyeliler ucuz bir şekilde çalıştığı için onlarda işsiz kaldı.Bunun çözülmesi için Suriyeliler sınırdan geldikleri gibi belli bir bölgede kamplaşma halinde yaşamaları gerekiyordu.



     Suriyeli kadınları bazı karaktersizler çalıştırıyor zorla parayla fuhuş yaptırıyor.Urfa halkı Suriyeliler sayesinde (patso)yu öğrendi,Suriyeliler patso ile ilgili mekan açtılar patso patatestir ve karıştırılıp sote haline getiriliyor.Geçen ay 2 tane Suriyeli gazeteci boğazı kesilerek Urfa'da öldürüldü.Ama ulusal medya gündeme hiç getirmedi yani Suriyelilerin ölmesi sırdan mı olmuş artık kimse medyada konusunu açmıyor.Şanlıurfa'da ölen iki gazetecinin 'Ayn Vatan' isimli gazeteleri vardı.Bunlar ışid tarafından öldürüldü ve bizim ülkemizde.Aslına bakılırsa Suriyeliler sayesinde farklı bir kültür bir dil,gelenek,görenek öğreniyoruz.


    Neden Suriyeli mülteci yoğunluğu Urfa'da evet sınıra yakın ama ordan başka illere de gönderilebilir eşit bir şekilde şuan Türkiye'nin 9 ilinde Suriyeli yok oralarda gönderilebilir o ilde ki insanlarda yardımcı olsun her şeyi geçtim masum Suriyeli çocukların ne günahı var sokaklarda dilendiriliyor veya zorla tecavüz ediliyor.Urfa'da ki işsizler neden işsiz kalıyor buna bir an önce çözüm bulunmalı.Suriyeli bir kaç vatandaşa sordum nasıl duygular içerisindesiniz ne düşünüyorsunuz burda yaşayarak onlarda bir an önce savaş bitsin ülkemize geri dönmek istiyoruz aç bir şekilde bile yaşamaya razıyız kendi ülkemizde.Kobani'de savaşın bitmesiyle Urfa'da yaşanlar Kobani'ye geri döndü zaten kendileri şunu söylüyor hiç birimiz keyfimizden burda değiliz ama yine de Türkiye halkından Allah razı olsun hiçbir ülke bize kapılarını açmazken Türkiye kapılarını açtı.



     Urfa da tarım işçiliği sayesinde işsiz kalmıyor Urfa halkı çok sıcak kanlı ve ellerinden geldikleri kadar hepimize yardımcı oluyor.Suriyeli masum insanları anlat anlat bitiremem bir an önce bitsin bu savaş hiçbir Suriye vatandaşı köle gibi çalıştırılmasın.

1 Aralık 2015 Salı

                                                             URFA EL SANATLARI




ABACILIK 
Aba, el mekikli cülha tezgâhında deve yünün den dokunan ve elbise üzerine giyilen bol bir giysi dir. Aba, biçim olarak kürkü andırmaktadır. Erkek ve kadınlar için ayrı modellerde olan bu giysiler günümüzde kullanılmadığından dokunması da terk edilmiştir.

Harran Kapısı, Kaleboynu, Eyyûbiye mahallelerindeki tezgâhlarda icra edilen bu sanatın en eski ustaları Abacı Mustafa, Abacı İbrahim, Halil Yücetepe, Bakır Yücetepe, Said Baba, Bakır Bostancı, Mehmet Boz ve Mehmet Apaydın'dır.



AĞAÇ  OYMACILIĞI 
Evlerdeki ve Şanlıurfa Müzesi'ndeki kapı, pen cere, dolap kanatlarına, sandık ve ayna gibi diğer ahşap eserlere bakıldığında ağaç oymacılığın Şanlıurfa'da çok eski ve parlak bir geçmişe sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Marangozluk sanatı Urfa'da "İnce Neccârlar" ve "Kaba Neccârlar" olmak üzere iki ayrı gruptaki us talar tarafından sürdürülmektedir. Kaba neccârlar bugünkü Neccâr Pazarı denilen çarşıda halen sanat larını sürdürmekte, ince Neccârlar ise, Karameydan mevkiinde bugünkü Postanenin ye rinde bulunan Halkevi ile Yusuf Paşa Camii arasın daki dükkânlarda çalışırlardı. Buradaki dükkanlar zamanla kapatılmışlardır. 
Bugün tamamen terkedilmiş olan ağaç oymacı lığı sanatından günümüze kalan ve eski Urfa evle rini süsleyen değerli birer tablo güzelliğindeki süs lemeli kapı ve pencere kanatlarını, Şanlıurfa Müzesi'nin toplama çalışmaları olumlu sonuçlar vermiş, ata yadigârı bu eserlerin en güzel örnekleri müzede toplanmıştır.  

BAKIRCILIK 
Urfa'daki tarihi geçmişi M.Ö. III. VE IV. yy. a kadar eskilere daya nan bakırcılık sanatı 1960'lı yıllara kadar önemini korumuş, Kazancı Pazarı ve Hüseyniye Çarşıları'ndaki dükkânlarda çok  sayıda usta tara fından sürdürülmüştür. 1960'lı yıllarda alüminyum, plastik ve daha sonraları çelikten imal edilmiş fab rikasyon türü mutfak gereçlerinin piyasaya hakim olması ile bu sanat önemini yitirmiştir.

1950'li yıllarda 100 iş yerinde 300 usta ve kalfa ile sürdürülen bakırcılık sanatı günümüzde 10 iş yeri ve 30 civarında usta ile sürdürülmeye çalışıl maktadır. 
Şanlıurfa bakır işleri "dövme çekiç" tekniğiyle ün salmıştır. Urfalı bakırcı ustalarının bu teknikteki maharetlerinin tartışılmaz olduğu söylenmektedir. Son zamanlarda bazı genç ustalar tarafından "Kabartma Çekiç" tekniğine yönelinerek turistik amaçlı, tarihi yerleri ve özel amblemleri konu alan kabartmalı tepsiler, cezveler yapılmaya başlanmış tır.
Eski bakırcı ustala rının büyük bir kısmı Bakırcılık sanatı ile ilgili "Kazancı", "Kalaycı", "Bakır", "Bakırcı", "Örs", "Demirözü" ve "Döğücü" soyadlarını almışlardır.

CÜLHACILIK  (BEZ DOKUMACILIĞI)

Yün ipliği, pamuk ipliği ve floş'un kamçılı tez gâhın tek ayakla çalışan çeşidi olan "cakarlı" ve 2-4 ayakla çalışan çeşidi olan "çekmeli" tezgâhlarda do kunarak "Yamşah" ("Neçek"-"Çefiye") ve "Puşu" gibi baş örtüsü, "Ehram" gibi kadın boy örtüsü ha line getirilmesi sanatına Urfa'da "Cülhacılık" denil mektedir.
Cülha tezgâhlarının kamçılı olmayan, yani me kiği el ile atılan çeşitlerinde "Aba" (kadın ve erkek boy örtüsü) ve "Çaput Çul" (Kilim) dokunmaktadır. 30-40 yıl öncesine kadar Kamberiye Mahallesi'nde 100'e yakın kamçılı tezgâhta icra edilen Yamşah ve Neçek dokumacılığı (Cülhacılık) son zamanlarda önemini yitirmiş, tezgâh sayısı 5-6'ya düşmüştür. 
1650 yıllarında Urfa'yı ziyaret eden Evliya Çelebi, Urfa'da pamuk ipliğinden kapı gibi sağlam bez dokunduğunu, bunun Musul bezinden daha güzel ve temiz olduğunu söylemektedir. Evliya Çelebi'nin sözünü ettiği bu bez, Urfalılar'ın "Kâhke Bezi" dedikleri bez olmalıdır. 
1883 tarihli Halep Vilâyet Salnâmesi'nde Urfa'da 221 adet kumaş tezgâhının varlığından söz edilmiş olması dokumacılığın bu ilde çok önemli bir sektör olduğunu vurgulamaktadır. 
ÇULCULUK  (SEMERCİLİK-PALANCILIK) 
At ve merkep gibi binek hayvanları üzerine atı lan semerlere Urfa'da "Palan", bu sanatla uğraşan lara da "Çulcu" (Palancı) denilmektedir. Eskiden deve üzerine atılan ve "Havut" denilen deve palan ları da bu sanat koluna girmekte, bu işle uğraşan lara "Havutçu" denilmekteydi. Deve neslinin git tikçe tükenmekte olması, Havutçuluk sanatının gü nümüzde tamamen kaybolmasına neden olmuştur. 
Mevlevihâne'nin doğusunda yer alan ve "Çulcu Pazarı" denilen çarşıdaki 25-30 dükkânda çalışan çulcu esnafı 30-40 yıl önce çarşıyı tamamen terkede rek "Kürkçü Pazarı" na taşınmıştır. Bu sanat günü müzde Çulcu Pazarı'ndaki 3-5 dükkânda yaşatıl maktadır. 

DEBBAĞLIK 
Büyükbaş hayvancılığın yaygın olduğu Şanlıurfa'da, Debbağlık sanatının geçmişi çok eski lere dayanmaktadır. Bu sanat günümüzde fabrika türü derilere yenik düşerek tamamen terkedilmiş bir durumdadır. 
Gön debbağlığı ve deri debbağlığı olmak üzere iki bölüme ayrılan bu zenaatın her bölümü ayrı debbağhânelerde ve ayrı ustalar tarafından icra edi lirdi. 



I- Gön Debbağlığı: Eski Et ve Balık Kurumu'nun batısındaki Aşağı Debbağhâne (Ahırvan) denilen yerde yapı lırdı. Bu debbağhâne, halen muhafaza edilmektedir. 
Öküz, İnek ve Deve gibi büyükbaş hayvanların derilerinin işlenmesine "Gön Debbağlığı", bu sanatı yapanlara da "Göncü" denilmektedir. Buradaki gön kelimesi kösele anlamında olmayıp, kalın deri an lamındadır. Bu deri, postallarda yüz ve astar olarak kullanıldığı gibi sarraçlıkta da kullanılmaktadır. 
II- Deri Debbağlığı: Çakeri Camii'nin doğusunda yer alan ve günü müzde gecekondularla işgal edilmiş olan "Yukarı Debbağhâne" denilen yerde yapılırdı. 
Koyun ve keçi gibi küçük baş hayvanların deri lerinin işlenmesine "Deri Debbağlığı", bunları işle yenlere de "Debbağ" denilmektedir. Gön denilen kalın derilere nazaran daha ince olan bu deriler postal ve ayakkabılarda astarlık deri olarak kulla nılmaktaydı. 

KAZZAZLIK 
İpek ipliğin el ile bükülerek işlenmesine "Kazzazlık" denilmektedir. "Kazzaz Pazarı" denilen kapalı çarşıda (Bedesten) eskiden 30-40 dükkânda sürdürülen bu tarihi sanat günümüzde aynı çarşı daki bir iki usta tarafından yaşatılmaya çalışılmak tadır. 
100-150 yıl kadar önce ipekçilik Urfa'da önemli bir sektör durumundaydı. Bugün Urfa bahçelerinde görülen çok sayıdaki dut ağacının zamanında ipek böcekçiliğinde kullanıldığı, yaşlılar tarafından söylenilmek tedir. 

KEÇECİLİK 
Bu tarihi ata sanatı, Şanlıurfa'da Keçeci Pazarı denilen eski çarşıda ve çevresindeki hanlarda sür­dürülmektedir. 
Eyvana serdim keçe 
Nêçe bir ömrüm geçe 
Acep o gün olur mu 
Yarim elime geçe, 
  
dizeleriyle Şanlıurfa türkülerine konu olan keçe, çocuk oyunlarına da "Ya şun dadır, ya bundadır, keçe külah şunun bunun başın dadır" tekerlemesiyle geçmiştir. 
Fakçı Mustafa, Deveci Abo, Deveci ısa, ısa Karcı adları bilinen ve bugün hayatta olmayan en eski ke çeci ustalarıdır. Horasanlı Hacı, Hayati Usta ve Hacı Osman günümüzün yaşlı ustalarıdır. 

Keçenin Doğuş Öyküsü 
Şanlıurfalı genç keçeci ustalarından Salih Karcı, bu sanatın mucidinin Ebu Said Libabid (Libabid: Arapça Keçenin çoğuludur) adında bir zat oldu ğunu ve keçeyi nasıl icad ettiğini şöyle anlatmakta dır. 
"Ebu Said Libabid bugün bizim yaptığımız gibi keçeciliğin bütün işlemlerini yerine getirmiş, ayakla tepme işleminden sonra açtığı keçenin yünlerinin biribirine kaynaşmadığını ve çabuk dağıldığını görmüş. Tepme süresinin az olduğu kanaaatine va rarak tepmeye devam etmiş. Ancak bir daha açtı ğında yünlerin kaynaşmadığını yeniden gözlemiş tir. Tepme işine 40 gün devam eden Ebu Said, yine başaramayınca üzüntüsünden ağlamaya başlamış. Hem ağlayıp hem tepmeye devam ediyormuş. Keçeyi açtığında göz yaşlarının düştüğü yerlerdeki yünlerin kaynaştığını büyük bir sevinçle farketmiş ve böylece tepme işlemi sırasında yüne su vermek gerektiğini öğrenmiştir." 

KÜRKÇÜLÜK 
Hayvan kürklerinin işlenerek giysi haline geti rilmesi insanlık tarihinin en eski sanatlarından bi ridir. Ana rahminde ölen, ya da en fazla 5 aylık iken ölen kuzuların tüylü derilerinden yapılan düz ya kalı (yakasız), dış kısmı "Şakaf" denilen siyah ku maşla kaplı aba gibi bolca giysiye Urfa'da Kürk denilmektedir. Urfa'ya has olan bu giysi, Anadolu'da Urfa dışında başka bir yerde yapılma maktadır. Bilhassa kış aylarında yaşlı ve orta yaşlı kimseler tarafından giyilir. Dükkânlarında camekân bulunmayan esnafın büyük bir kısmı kürklerine sarılarak soğuktan korunmaktadırlar. 

SARAÇLIK 
"Kösele" denilen kalın deri ve normal ince deri ile hayvan koşum takımları, kemer, silah kılıfı, mermi kılıfı, çanta gibi avcı gereçlerinin yapıldığı sanata Saraçlık, bu işle uğraşanlara da Saraç denil mektedir. 



Atçılık ve At'a verilen önem dolayısıyla Saraçlığın eski Türk sanatları arasında önemli bir yeri vardır. Şanlıurfa'da ünlü Arap atlarının yetiş tirilmiş olması, saraçlık sanatının önemini arttırmış ve bu sanata büyük ilgi duyulmasına sebep olmuş tur.

1650 yıllarında Urfa'yı ziyaret eden Evliya Çelebi, Urfa'daki saraçlıktan bahsederek saraçhane sini şu cümlelerle anlatmaktadır: " .... Saraçhanesi İbrahim Halil Irmağı kıyısındadır. Onun için Bağdat serdabı gibi soğuk su ile sulanmış anayolun iki tarafı ma‘mur ve güzel, mevsiminde türlü çiçek lerle süslü olup geçenlerin içini açar. Oralarda bü tün bilgi sahiplerinin toplandığı, dinlendiği yerler vardır." 
Evliya Çelebi'nin sözünü ettiği saraçhânenin yeri kesin olarak bilinmemektedir. Bu sanat, günümüzde Hüseyniye Çarşıları yakınındaki "Saraç Pazarı" de nilen çarşıda sürdürülmektedir. Eskiden 15-20 dük kânın yer aldığı bu çarşıda günümüzde 3-4 dükkân bulunmaktadır. Bilhassa At'ın toplum hayatındaki yerini kaybetmiş olması Saraçlık sanatının gerile mesine neden olmuştur.

TARAKÇILIK 
Şanlıurfa'nın geleneksel el sanatlarından olan ta rakçılık, günümüzden 50-60 yıl öncesine kadar Eski Arasa Hamamı ile Hoca Abdülvahit Camii arasında kalan çarşıdaki 20 kadar dükkânda icra edilirdi. Fabrika türü plastik tarakların imal edilmesiyle önemini yitiren bu sanatın son ustası  Şıh Müslüm Özbal'dır. 
Tarakçı Bakır, Tarakçı Mehmet ve Tarakçı ımam, bu sanatın 30-40 yıl öncesinin tanınmış ustalarından idi. 

Şanlıurfa'da tarak; deve'nin bacak kemiğinden, annep, armut ve iyi cins ceviz ağacından yapıl maktadır.
                                İNANÇ TURİZMİ AÇISINDAN ŞANLIURFA
   


İlkel dinlerin dünyadaki en eski merkezi Urfa, çok tanrılı (politeist) dinler ile tek tanrılı (monoteist) dinlerin önemli merkezlerinden biridir.

Ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı eski Mezopotamya'daki Asur ve Babillerin politeist inancına dayanan Paganizm'in (putperestlik) önemli merkez şehirleri Harran ve Soğmatar Urfa sınırları içersindedir.
Musevi, Hıristiyan ve İslam dinleri peygamberlerinin atası olan Hz.İbrahim Urfa'da doğmuş, Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele ettiği için burada ateşe atılmıştır. Lut Peygamber, amcası Hz. İbrahim'in Urfa'da ateşe atılmasını görmüş ve daha sonra buradan Sodom'a doğru yola çıkmıştır. İbrahim Peygamber'in torunu ve israiloğullarının atası Yakub Peygamber, Harran'da dayısı kızları Lea ve Rahel ile evlenmiş; Eyyub Peygamber, Urfa'daki bir mağarada hastalık çekmiş ve Urfa'da vefat etmiştir. Elyesa' Peygamber, Eyyub Peygamber'in yaşadığı Eyyub Nebi Köyü'ne kadar gelmiş, ancak kendisini göremeden orada vefat etmiştir. Şuayb Peygamber, Harran'a 37 km. mesafedeki Şuayb Şehri'nde yaşamış; Musa Peygamber, Şuayb Şehri yakınındaki Soğmatar'da Şuayb Peygamberle buluşmuş ve sihirli asasını burada Şuayb Peygamber'den almıştır. Bu özelliklerinden dolayı Urfa'nın diğer bir adı da "Peygamberler Şehri ve inançlar Diyarı"dır.
İsa Peygamber, Urfa'yı kutsadığına dair bir mektubunu ve yüzünü sildiği mendile çıkan mucizevi portresini havarilerinden Addai ile Urfa Kralı Abgar Ukkama'ya göndermiş, Hristiyanlık, devlet dini olarak dünyada ilk defa bu kral tarafından Urfa'da kabul görmüştür.
Üç semavi din tarafından dünyada kutsal olarak tanınan, Mekke, Medine, Kudüs, Vatikan, Antakya, Efes, izni k, İstanbul, Demre, Kapadokya, Tarsus ve Şanlıurfa'dan oluşan 12 merkez içerisinde, Şanlıurfa'nın çok önemli bir yeri vardır.
Şanlıurfa'nın yukarıda zikredilen inanç değerlerinin zenginliği dikkate alındığında, sekizi Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer alan bu merkezler arasında bu merkezler arasında birinci sırada kolayca anlaşılır.
KÜLTÜR TURİZMİ
İnanç Turizmi'nin Dünyada ve Türkiye'deki önemli merkezi Şanlıurfa; Harran, Şuayb Şehri, Soğmatar gibi dünyaca ünlü ören yerleri ile, il sınırları içerisinde yapılan 33 antik yerleşkedeki arkeolojik kazılarıyla, korunarak günümüze ulaşmış tarihi mimari dokusunun zenginliği ile Kültür Turizmi'ni sevenlerin de ilgisini çekmektedir. Tarihi mimari dokusunun zenginliği ile Türkiye'nin önde gelen illeri arasında yer alan Şanlıurfa bu özelliğinden dolayı"Müze Şehir" adıyla da tanınmaktadır. İl merkezinde Kültür Bakanlığı'nca tescil edilmiş olan 200 civarında tarihi ev, 36 cami ve mescit, 5 kilise, 8 medrese, 4 tekke ve zaviye, 20 türbe, 7 köprü, 1 su kemeri, 1 su bendi, 13 Çeşme, 1 sebil, 8 hamam, 1 çimecek, 1 kale, şehir suru kalıntıları ve 2 sur kapısı, 11 han, 8 kapalı çarşı yer almaktadır. Han, hamam ve kapalı çarşı sayısı yönünden Türkiye'nin ilk üç-dört şehri arasında gösterilen Şanlıurfa, bu zengin mimari dokusu ile turistlerin büyük ölçüde ilgisini çekmektedir.
DOĞA TURİZMİ
Şanlıurfa ilinde Doğa Turizminin en güzel örnekleri Birecik ilçesinde yer alan Kelaynak kuşları, Yabani Ceylanları, Bozkırları, Yabani Bir Kertenkele Türü olan Varanları, Doğa Derneği Gibi Birçok Sivil Toplum Kuruluşunun hazıladığı doğa turları, Fırat Nehri ve Birecik Barajı kenarında kurulu olan Halfeti ilçesi, Ceylanpınar ilçesinde Ceylan Üretme Tesisleri doğayla baş başa kalmak isteyen misafirlerimiz için alternatif yerlerdir.
KIŞ TURİZMİ
Tüm bölge içinde kar tutan ender yerlerden olan Karacadağ'da Valilik tarafından kayak pistleri düzenlenmiştir. 600 - 700 m. uzunluğunda pistler için 250 m.'lik bir lift yapılmıştır. Siverek ilçemize 60 km. mesafede olan kayak merkezinde birkafeterya ile bungalow tipi hizmet evi bulunmaktadır. Kasım ayından itibaren dört aylık kayma sezonu olmaktadır. Şanlıurfa il merkezine 150 km.dir.
TERMAL TURİZMİ
İl Özelldaresi tarafından merkeze bağlı Karaali Köyü'nde yaptırılan kapIıca tesisleri oteli üç yıldızlı, 32 odalı, 100 yataklı, ayrıca apart otelde 4'er kişilik 54 oda olup çok sayıda ziyaretçi çekmektedir. Su sıcaklığı 41-49°C arasında değişen kaplıca, 150.000 m3 saat sıcak su kapasitelidir. Kaplıca suyu özellikle romatizmal hastalıklar, deri hastalıkları ve iltihabi hastalıklar ve böbrek taşlarında etkili olmaktadır
SU SPORLARI TURİZMİ
Türkiye'nin en büyük barajıdır. Fırat Nehri üzerinde yer almaktadır. Şanlıurfa'ya 52 km. mesafede bulunan Atatürk Barajı mevcut tesisleri ile Bölge'nin en önemli rekreasyon alanlarındandır. D.S.İ. ağaçlandırıp, mesire alanı olarak düzenlediği Seyir Terası hafta sonlarında yoğunlukla kullanılmaktadır.
Baraj Gölünde yılda bir kere Su Sporları Şenliği düzenlenmektedir. Dünyada sadece Fırat ve Dicle nehirlerinde bulunan Fırat Kaplı bağası (Rafetus - Euphraticus-Yeşil su kaplumbağası) (yaklaşık 250 kg ağırlığında, 1 m boyunda) doğal ortamında görülebilir. Şimdi nesli tehlike altında bulunan bu kaplumbağalar Bozova Doğal Koruma Alanı'nda gelecek nesillere ulaştırılmaya çalışılıyor. Baraj Gölü civarında tatil amaçlı kamp ve spor yapmaya uygun görsel zenginliğe sahip "Bozova Kaymakamlık Tesisi" hizmet vermektedir.

25 Kasım 2015 Çarşamba

                       URFA'DA NE İÇİN FOTOĞRAF ÇEKERSİNİZ Kİ ?

"Güneş nereden doğarsa, orası güzeldir" derler bizim buralarda.

Urfa'nın şanı şerefi kadar, güzelliği de meşhurdur.

Bir yanıyla Harran Ovası, bir yanıyla Atatürk Barajı, bir yanıyla Batı Mezopotamya Ovası. Bir yanıyla Kürtleri, Arapları, Ermenileri, Türkmenleri, Keldanileri, Asurileri..Göbekli Tepe Antik Kenti, Peygamberler Şehri, Balıklı Göl, Sıra Geceleri.

Urfa derken, hangi değerinden, hangi kültürel, sosyal zenginlikten bahsetseniz, saatler su gibi akıp geçiyor..

Halayı, üç ayağı, düz vuruşu, kuzu kapma oyunu, isotu, kebabı,boranisi, türküsü, yanık sesi. Urfa gürül gürül, Urfa bal tadında, Urfa hem her yönüyle bilinen, hem de bilinen her yönüyle gizemli.

Urfa, güneşi, hep açık alın karşılamıştır...

İklimi sıcak, insanı sıcak, yüreği sıcak, yemeği sıcak, sazı sözü sıcak, duygusu, töresi, acısı bile sıcak.

Urfa'da fotoğraf çekmek için, ne ister insan? İnsan zenginlik ister. Düşüncede zenginlik ister. Fikirde zenginlik ister. Yürekte zenginlik ister. yaptığı her işte, ayrı bir güzellik, gördüğü her fotoğraf karesinde farklı bir sıradışılık, bir ilginçlik, bir insani zenginlik, bir dünya güzelliği ister.

Urfa'da fotoğraf çekmeye gelenler için, arayabilecekleri ne varsa, her şey bulunabilir.

Bir çocuğun gözünde de görebilirsiniz acıyı, bir yaşlının gözünde de görebilirsiniz, çocuk gülümsemesini.

Işığın vurduğu bu kentin, en kuzeyinde çatışmalar varken, en güneyinde halaya durulan bir düğün görebilirsiniz.

Kentin bir yanında açlığın, yoksuluğun bel büktüğü insanlar varken, az ilerisinde, zenginliği, asırların getirdiği zenginliği görebilirsiniz.

Bir kızın, yüzlerce yıllık töre içerisinde, baş önde, gözler sürmeli, yere bakan yürek yakan  halini de görebilirsiniz. Ama az ileride, bir başka kızın, Batı'daki herhangi bir metropolden kaçıp gelmişcesine, alımlı, endamlı, çalımlı halini de görebilirsiniz.

Urfa, gelenin niyetine bakar..

Urfa'ya, gönlüyle gelen, eni gönüller bulur, aklıyla gelen, akıllar bulur. Belasını arayan varsa, çok da tahrik etmiyorsa, aklı selim olarak, keyif bulur, huzur bulur.

Urfa'da fotoğraf çekmek için, anı yaşamanız gerekir. Yani, tek bir klik yapacağınız, tek bir kareyi donduracağınız o anı yaşayabilirsiniz. Dünyanın her yerinden kopmuş gelmiş insanlarla, Urfa'dan  hiç kopmamış insanları, yan yana görebilirsiniz.

Yüzlerce yıllık törenin biçimlendirdiği, kalender, yeri gelince sert, yeri gelince çocuksu, yeri gelince hassas insanlar görebileceğiniz gibi, kıyamet kopsa, en şiddetli ordular gelse, tek başına ayaklanacak, direnecek insanları da görebilirsiniz Urfa'da.

Urfa, Ahmet Arif'in dizelerinde "Otuz Üç Kurşun" atılan, yiğitliğin, kendinden olanlara sahip çıkmanın yeridir..

Urfa, sadece yemek, sadece kebap, sadece müzik, türkü, sıra geceleri değildir.

Urfa, tarihtir. Urfa yaşayan canlı bir kadim kenttir. Tarihin en eski kenti ünvanını, bağrında sakladığı "Göbeklitepe" antik şehri sayesinde, üzerine yüklenmiştir.Dünyanın ilk üniversitesinin kurulduğu yerdi Urfa.

Urfa, dinler tarihi, inanç turizmi için de, bir birliktelik, bir merkez, bir dinler arası birleşme, uzlaşma merkezi olmaya, en müsait, en çok layık olandır.

Urfa'da niçin fotoğraf çekeyim ki, derseniz, size derim ki: Urfa'dan başka neresi, bu kadar zenginliği bağrında bulunduruyor ki?

Urfa, bir fotoğrafçının nefes alabileceği yerlerin, en başında gelir..

Urfa, bizim için, bizden önce gelir.