19 Mayıs 2016 Perşembe

Medya ve Tüketim Toplumu açısından bir şehrin değerlendirilmesi; Şanlıurfa Örneği


Hiç Urfalı gördünüz mü?

Üstteki soruyu, yoksa “Urfalı” diyerek değil de, “Şanlıurfalı” şeklinde mi, sormak gerekir?

Hadi baştan, soralım:  Siz hiç “Şanlıurfalı” gördünüz mü?

En kötü ihtimalle, İbrahim Tatlıses’i, yakınen yahut ekranlardan görmüş iseniz, o da “gördüm” sayılabilir.
Peki siz, Şanlıurfa’yı gördünüz mü?
Büyük ihtimalle, görmediniz. Görseniz de, görmeseniz de, “Şanlıurfa” denildiğinde, ne gibi çağrışımlar geliyor zihnimize, hayalimize ?
Hadi sıralayalım: Urfa demek; İbrahim Tatlıses demek.  Urfa demek; kebap demek. Urfa demek; isot demek, sıra geceleri demek, Nemrut demek, Hazreti İbrahim demek, Balıklıgöl demek. Urfalı demek; esmer demek. Eğlenmeyi seven, çoğunlukla çiftçilik yapan demek. Urfalı demek, Koca bir Mezopotamya Ovası’nın kuzeyinde, “Yüzüklerin Efendisi’ndeki” Gondor Şehri, Mardin ise, Urfa’da At Beyleri Rohanlıların yurdudur, denebilir.
Şanlıurfa, aslında tüm bu betimlemeleri, yakıştırmaları, sıfatları, refleks haline gelmiş benzetmeleri,  Eşleştirmeleri kendisini iyi anlattığı daha doğrusu doğru anlatabildiği için değil, medyanın kendisine biçtiği ve layık gördüğü “imaj dünyasından” almaktadır.
Daha sade bir dille söylemek gerekirse; Şanlıurfa, kendisini anlatabilen, kendisini tanıtabilen bir kent değil. Şanlıurfa, daha çok “şöhretli” evlatları üzerinden ve yemekten içmekten, sıra gecelerinden ve dini terminolojideki “Balıklıgöl” ve Nemrut’un Hazreti İbrahim’i yakmağa çalıştığı şehir olarak tanınıyor..

Urfa, kalabalık aşiret düğünleriyle biliniyor. Oysa, gerçek hiç de öyle değil. Bu bir medya dayatmasıdır..

Urfa, silahlı kabadayılığın merkezi gibi algılatılıyor. Oysa Urfa’da, Drej Ali (Ali Yasak) kadar, Kazancı Bedih’ler de var.
Urfa, kebaptan ibaret sanılıyor oysa ki, Urfa’nın tatlıları, çorbaları, pilavları, şerbetleri de var.

Urfa, kız kaçırmalarla, ağırlığınca altın takılan düğünleriyle biliniyor. Hani derler ya, “Urfalıyla evlen, aynı gün, 40 bin akraban daha olsun” diye… Oysa Urfalı olup, tekil yaşayanlar da var, fakir yaşayanlar da var. Kız kaçırmalara bakılınca, veya ayda yılda bir veya belki iki cinayete bakıp, Urfa’nın her gün, cinayetlere sahne, cinayetlere gebe olduğu izlenimi veren medya, aslında zihinlerimize gerçek bir “Şanlıurfa” algısı değil, gerçekte hiç de öyle olmayan bir “Şanlıurfa”  imajını yüklüyor.

Arkeolojik ve antropolojik açıdan, dünyanın en eski kült yapı topluluğu olarak tescillenen Göbeklitepe, Şanlıurfa merkezine sadece 22 kilometre uzaktadır. Ankara’da; Esenboğa ve Kızılay arası mesafeden % 25 daha yakın. İstanbul’da, Silivri – Bakırköy arası kadar…



Türkiye’de kaç kişi, dünyanın en eski kült – yapı topluluğunun, Şanlıurfa’da olduğunu biliyor ama?
Akademik sahada da, medyanın, Şanlıurfa’daki tüm tüketim alanlarına dair haberleri vardır da, kültüre dair, ne kadar turist, ne kadar malzeme, veri, görsel ve ören yeri olduğu, değil haber, iki satır içerik olarak dahi, yayınlanamaz.

Urfa’nın nitrit asit tüketimi dahi, haberleştirilir, hatta akademik çalışma yapılır. Yetmez, tavuk üretimi, susam üretimi ve tüketimi
Nitrik asit tüketimi ve şehrin aylık  temiz içme suyu tüketimi de, hesaplanıyor, kaynaklar ve tüketim açısından bir örüntü kuruluyor.
Ancak, yeni nüfusun, yerleşim, barınma koşulları, yeni neslin ev ihtiyaçları, eğitim ihtiyaç ve imkanları, sosyal mekanları ve şehrin mekânsal – fiziksel dönüşümü kadar, fikri, ruhi inanca dair değişimleri ise, konuşulmuyor…
Medya için “Şanlıurfa” demek devasa üretim merkezi olan “Harran Ovası” demek değil. Medya için Şanlıurfa demek, tüketim demek. Duygusal, eğitim  ve biyolojik anlanmda, Şanlıurfaa demek üretimi bir yana, tüketim demek.

Türkücülerini, sıra gecelerini, Göbeklitepe’yi, toprak altı zenginlikleriyle, tüm dinlerin ve tüm halkların kaynaştığı bir Şanlıurfa, medyada sadece “imaj  kültürü” olarak “Kebaptan, Kabadayı veya özentisi gençlerden” ibaret görülüyorsa, bunda bir kusur illa ki vardır ancak bu kusur medyadan veya sair kurum kuruluşlardan değil de, Urfalılardan başlamalı.
Dünün çok çocuklu, çok eşli aile yapılarından gelen Şanlıurfalıların bugün geldikleri nokta ise, yüksek öğretim gören,  beyaz yakalılar grubundan olmaktır.
Urfa, şehir planlaması,  hacimsel – geometrik büyümesi yanında; fikri, hissi ve ekonomik büyümeler de yaşıyor.

Bu bağlamda, Urfa’nın sadece dünden gelen bilgileri, tecrübeleri, gelenekleriyle değil, bugüne dair gerçekleriyle de bilinmesi, “endüstriyel kitle kültürü” haline gelen insanlık nazarında, kamuoyu nezdinde, daha verimli, yararlı olacaktır.
Şanlıurfa, 11 bin 600 yıl öncesine uzanan, kanıtlanmış yaşam kültürüyle, üç büyük dinin bir arada yaşadığı, Peygamberlerin Atası kabul edilen Hazreti İbrahim makamı olmasına rağmen, günümüz tüketim toplumunda, kebaba, türküye, isota indirgenmiş olması, sadece duygusal bir tepki olarak “acı durum” olarak geçiştirilemez.
Şanlıurfa, sadece Harranlı çiftçi olarak anılıyorsa, burada, medyanın bükücü burucu gücü sözkonusu değildir. Ayrıca medyanın etkileme, maniple etme, sansasyon oluşturma, gündem tayin etme, gündem saptırma, spekülasyon oluşturma ve suskunluk sarmalı yahut dezenformasyon oluşturma işlevlerine ve niteliklerine karşı da, Şanlıurfa’nın “medya okuryazarlığı” konusunda kendisini eğitmesi gerektiği, çok açık bir gerekliliktir.
Şanlıurfa, kadim “Ur” ismi gibi, “Urha, Urhei, Urhoi, R’huai, R’yhha, Ar’Ruha” isimleri yanında, yüzlerce yıllık “Urfa” ismine, “Şanlı” ekini, kitlesel bir uyanış, kitlesel bir direniş, bağımsızlık ve kendi topraklarında özgürce yaşam isteği uğrunda, can feda ederek elde etmiş olmasına karşın, bugün kendi ilçelerinden ve köylerinden aldığı iç göçüyle, kafası karışık, sorunlarının henüz çok az Urfalı tarafından fark edilmiş olduğu, bürokratların ve siyasetçilerin kısır tartışmaları ve çekişmeleri arasında ezilmektedir.

Kazancı Bedih olarak tanınmış olan, Bedih Yoluk, bir gazelhan olarak, sıra geceleri geleneğinde, geleneğin devam ettiricisi olarak, saygı gören bir Urfa Büyüğü idi.
Tarihin ve tüketim toplumun cilvesine bakın ki; yoksulluk ve siyasi sebepler sonrasında, şehrin % 75 oranında kaçak elektrik kullandığı belirtilen resmi istatistiklerde, Kazancı Bedih, ısınmak için, “elektrik” değil de, kömür sobası yakmaktadır. Bir gece, sobadan sızan gaz sebebiyle, Kazancı Bedih – Bedik Yoluk ve eşi Fatma Yoluk öldü.

Kaçak elektrikle ısınan bir kentte, “kaçak elektriğe” tenezzül etmeyen Kazancı Bedih, hangi toplumun, hangi tüketim alışkanlığının, hangi toplumsak bakış açısının ürünü bir insan evladıdır?

Hem Türkiye genelinde, hem Şanlıurfa özelinde, Kazancı Bedih gibi ehli namus ve ehli sebatkar, meslek ve sanat erbapları, ne kadar takdir ve saygı görmüş, ne kadar ciddiye alınmış, ne kadar istifade edilmiştir. 

Frankfurt Okulu’nun dahi, Frankfurt’tan kaçıp, bir heves ve umutla, teselli ve kurtuluş ışığı aradıkları, Amerikalarda, kapitalizmin baş ülkesinde, başkentlerinde umutsuz can verdiği düşünce atlasına bakılınca, Şanlıurfa için halen bir ümit var, denebilir mi?
Bir Şanlıurfalı olarak, topraktan beslenmiş ve asırlardır, topraktan, Fırat’tan, Harran’dan ekmeğini geçimini sağlamış nesillerin son temsilcisi olarak, artık topraktan değil, üst bilgiden, metinler arası okumalardan, gazetecilikten geçim parasını ve hayatını kazanmış isteyen biri olarak, Urfa’nın “şanına da” ve tarihine, Göbeklitepe’nin getirdiği, “Dünyanın En Eski Kült Yerleşim Yeri” olmak sayesine de, bir umut meşalesi yakabileceğime inanıyorum…

Şanlıurfa’nın Çocukları, artık kebapla, isotla, salt türkülerle değil, “bilginin – kültüre ve bilginin endüstriye dönüştürülmesi gereken bu çağda” kültüre ve insana dair olan inancımızı da korumalıyız..

Koruyamadığımızda, Kazancı Bedih’lerin “ölüm biçimleri ve sebepleriyle” ortaya çıkan mesaj, bizim de hazin sonumuz olacaktır.


“Tüketim Toplumu’nun Medya Etkisinde, Şanlıurfa’ya bakış” adlı deneme yazısıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder